Kanûn‑ı Esâsî Hangi Padişah Devrinde İlan Edilmiştir?
Siyaset Bilimi Perspektifinden Bir Giriş
Siyaset biliminin temeli, güç ilişkilerinin nasıl şekillendiğini, toplumsal düzenin nasıl kurulduğunu ve bu düzenin nasıl sürdürüldüğünü anlamaktan geçer. Güç, sadece fiziksel zor kullanma değil, aynı zamanda ideolojik hegemonyayı, toplumsal yapıyı ve bireylerin devletle olan ilişkilerini belirleyen bir etkendir. Peki, iktidarın elinde bulunduranlar bu gücü nasıl kullanır ve hangi araçlarla toplumları şekillendirir? Kanûn‑ı Esâsî’nin ilanı, bu sorulara yanıt ararken, bir padişahın iktidarını sınırlama ve halkla kurduğu ilişkideki kırılmayı anlamak adına önemli bir dönemeçtir.
Peki, Kanûn‑ı Esâsî’nin ilanı, gerçekten bir iktidar değişimi miydi? Yoksa toplumun geleceği üzerine bir ideolojik müdahale olarak mı görülmeliydi? Erkeklerin stratejik ve güç odaklı bakış açıları ile kadınların demokratik katılım ve toplumsal etkileşim odaklı bakış açılarını harmanladığımızda, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki bu anayasal girişimi daha iyi kavrayabiliriz.
Kanûn‑ı Esâsî’nin İlanı ve Padişahın Rolü
Kanûn‑ı Esâsî, 23 Aralık 1876’da II. Abdülhamid döneminde ilan edilmiştir. Bu anayasal belge, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki mutlak monarşiyi sınırlama amacı güdüyordu. Hem iç hem de dış faktörlerin etkisiyle şekillenen bu adım, padişahın yetkilerini daha fazla sınırlayan bir yapı oluşturmayı hedefliyordu. Ancak bu süreç, sadece bir padişahın siyasi isteklerinden ibaret değildi; aynı zamanda değişen toplumsal güç ilişkilerinin, ideolojilerin ve toplumsal katmanların etkisiyle şekillenen bir reformdu.
II. Abdülhamid’in hükümetin merkeziyetçi yapısını sürdürmeye çalışırken, Batı dünyasındaki anayasal gelişmeleri göz önünde bulundurarak Osmanlı’da benzer bir sistemin kurulmasına öncülük etmesi, aslında Osmanlı’nın içindeki çok katmanlı toplumsal yapıyı bir arada tutma çabasının bir yansımasıydı. Padişah, halktan, özellikle de Avrupa’dan gelen baskılara karşı, imparatorluğun meşrûiyetini pekiştirmeye çalışıyordu. Ancak bu anayasa, iktidarın paylaşılması değil, iktidar alanının daha kontrollü bir biçimde düzenlenmesiydi.
İktidar ve Kurumlar: Yeni Bir Yönetim Anlayışı
Kanûn‑ı Esâsî, yalnızca padişahın yetkilerini sınırlandıran bir metin olarak kalmadı; aynı zamanda bir dizi yeni kurumu da hayata geçirdi. Yasama, yürütme ve yargı arasındaki denetim mekanizmalarını belirlemeye yönelik düzenlemeler, Osmanlı’daki iktidar yapılarını dönüştürme amacını taşır. Bu düzenlemeler, halkla kurulan ilişkinin, daha fazla temsil ve denetim gerektiren bir yapıya evrilmesini sağladı. Ancak bu yapı, tam anlamıyla halk egemenliğini değil, devletin güç odağını yansıtan bir denetim mekanizmasıydı.
Kanûn‑ı Esâsî’de halkın egemenliğine dayalı bir yönetim ilkesi öne çıksa da, bu yapı, devletin otoritesine sıkı sıkıya bağlıydı. Padişahın yetkilerinin sınırlandırılması, yasama ve yürütme organlarının oluşturulması, aslında padişahın gücünü denetim altına almak için bir araçtı. Toplumda güçlü bir iktidar anlayışının oluştuğu bir dönemde, bu tür reformlar, toplumsal huzuru sağlamak ve isyanları önlemek amacıyla yapılmıştı. Ancak, iktidar kurumlarının değişimi, toplumsal düzende büyük bir dönüşüm sağlamadı; bunun yerine mevcut düzenin daha merkeziyetçi ve kontrollü bir biçimde devamını sağladı.
İdeoloji ve Vatandaşlık: Erkeklerin Stratejik Gücü, Kadınların Demokratik Katılımı
Kanûn‑ı Esâsî, sadece iktidar ilişkilerini şekillendirmekle kalmamış, aynı zamanda ideolojik bir dönüşümün temel taşlarını da döşemiştir. Erkekler, geleneksel olarak toplumun güç odaklı yapılarında daha fazla yer alırken, kadınlar toplumun bu dönüşüm süreçlerinde genellikle ikinci planda kalmışlardır. Ancak bu dönemde, özellikle eğitim alanında yapılan değişiklikler ve kadınların toplumsal katılımına yönelik ilerleyen yıllarda adımlar atılmıştır.
Erkekler açısından Kanûn‑ı Esâsî, güç ve stratejiyle ilgilidir. Erkekler, anayasanın sunduğu yeni yönetim biçimini, toplumsal statülerini korumak ve güçlerini pekiştirmek için bir fırsat olarak görmüşlerdir. Bu dönemde, erkekler arasındaki iktidar mücadelesi, yalnızca kişisel çıkarlar ve toplumsal prestijle sınırlı kalmamış, aynı zamanda devletin yapısını şekillendiren bir stratejiye dönüşmüştür.
Kadınlar ise bu dönüşümde genellikle toplumsal etkileşim ve katılım odaklı bir bakış açısına sahipti. Kadınların toplumsal rolü, genellikle devletin formel yapısının dışındaydı. Ancak bu dönemde kadın hareketlerinin güçlenmeye başlaması, Osmanlı İmparatorluğu’nda kadınların daha fazla toplumsal katılım sağlama çabalarının arttığının bir göstergesiydi. Kadınların bu anayasal reform sürecine dahil olmamaları, aynı zamanda devletin toplumsal yapısını belirleyen güç dinamiklerini sorgulayan bir durumdu.
Sonuç: İktidarın Sınırlanması mı, Gücün Kontrolü mü?
Kanûn‑ı Esâsî’nin ilanı, II. Abdülhamid’in mutlak monarşisini sınırlamayı amaçlamış gibi görünse de, aslında Osmanlı’da merkeziyetçi bir yönetim anlayışının daha kontrollü bir biçimde devamını sağlamıştır. Bu anayasa, toplumsal yapıyı dönüştürme değil, denetim altına alma amacı taşıdı.
Erkeklerin stratejik olarak iktidar mücadelesi verdiği bu süreçte, kadınların toplumsal katılımı daha sınırlı kalmıştı. Bu durum, hala günümüz siyasetinde tartışmaya açık bir konu. Bir devletin toplumsal yapısı, iktidarın dağılımı ve vatandaşlık hakları ne kadar genişletildiğinde gerçek bir demokratik dönüşüm yaşanır? Kanûn‑ı Esâsî, iktidarın paylaşılması yönünde mi bir adım attı, yoksa güç ilişkilerinin daha kontrollü bir biçimde düzenlenmesiyle mi sınırlı kaldı?
Bu sorular, sadece Osmanlı’nın son dönemine değil, günümüz siyasetinde de geçerliliğini koruyan temel tartışmalardır.